ATATÜRK İlkeleri
“Türk milletinin karakter ve
adetlerine en uygun olan idare cumhuriyet idaresidir.” (1924)
“Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilatımız
doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet
teşkilatı ve hükûmetidir ki, onun ismi Cumhuriyet'tir. Artık hükûmet ile millet
arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükûmet millettir, millet hükûmettir.
Artık hükûmet ve hükûmet mensupları, kendilerinin milletten ayrı olmadıkları ve
milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır.” (1925)
“Cumhuriyet yüksek ahlaki değer ve
niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Cumhuriyet idaresi,
faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.” (1925)
"Benim naçiz vücudum bir gün
elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
(1926)
“Millî azim ve bilincin kıymetli eseri
olan değerli Cumhuriyetin bugünkü ve yarınki neslin demir ellerinde her an
yükselip sağlamlaşacağına güvenim tamdır” (1927)
“Cumhuriyet’in iç siyaseti vatandaşın
yaşayışını hiçbir etki, baskı ve sataşmanın tesirinde bırakmaksızın
sağlamaktır.” (1929)
“Yolunda çalıştığımız büyük kutsal
ideali halkın kalbinde bir fikir hâlinden bir his hâline getirmelisiniz.
Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak, madde madde açıklamak lazımdır.
Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız. Onlara cumhuriyet
prensiplerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için hiçbir fırsatı
kaçırmayınız.” (1930)
“Demokrasi prensibinin, en modern ve
mantıki uygulanmasını sağlayan hükûmet şekli, cumhuriyettir.” (1930)
“Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi
sistemiyle devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyet'i kurduk; o, on yaşını
doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya
koymalıdır.” (1933)
“Cumhuriyet, yeni ve sağlam
esaslarıyla, Türk milletini emin ve sağlam bir istikbal yoluna koyduğu kadar,
asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibarıyla, büsbütün yeni bir
hayatın müjdecisi olmuştur.” (1936)
Ben batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları
tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve bu
tanışmam da harp meydanlarında olmuştur, ateş altında olmuştur, ölüm karşısında
olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki bizim milletimizin manevi kuvveti
bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir." (1920)
“Millî hedefler, millî irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, bütün
milletin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir.” (1923)
“Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize
ve milliyetimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen bütün davranış ve
hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler
başka milletlerin avıdır” (1923)
“Gerektiğinde vatan için tek bir kişi gibi tek vücut olmuş azim ve karar
ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük geleceğe layık ve aday olan bir
millettir.”(1927)
“Ortak millî fikrin, ahlakın, duygunun,
heyecanın, hatıra ve geleneklerin kişilerde meydana gelmesini ve kökleşmesini
sağlayan ortak geçmişin, birlikte yapılmış tarihin, vicdanları ve zihinleri
doğrudan doğruya birleştiren ortak dilin milletlerin meydana gelmesinde en
önemli etkenler olduğunu kaydettikten sonra, millet hakkında, ikinci derece
unsurları dikkate almayarak, mümkün olduğu kadar her millete uyabilecek bir
tanımı ele alalım. Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak
konusunda ortak arzu ve istekte samimi olan, sahip bulunan mirasın korunmasına
beraber devam etmek hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden
meydana gelen topluma millet adı verilir. Bu tanım incelenirse, bir milleti
oluşturan insanların ilişkilerindeki kıymet, kuvvet ve vicdan hürriyetiyle,
insancıl duyguya gösterilen saygı kendiliğinden anlaşılır. Gerçekte geçmişten
kalan ortak zafer ve ümitsizlik mirası, gelecekte gerçekleştirilecek aynı
program, beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak, bunlar
elbette bugünün medeni zihniyetinde diğer her türlü şartın üstünde anlam ve
kapsam kazanır. Bir millet meydana geldikten sonra, kişilerin devlet hayatında,
ekonomik ve fikirsel hayatta ortak çalışması sayesinde meydana gelen millî
kültürde şüphesiz her milletin her ferdinin çalışma payı, katkısı, hakkı
vardır. Buna göre aynı kültüre sahip olan insanlardan oluşan topluma millet
denir, dersek milletin en kısa tanımını yapmış oluruz. ”(1929)
“Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası temas
ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir uyum içinde
yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız
kişiliğini korumaktır.” (1930)
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve
Makedonyalı, hep aynı ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.” (1932)
“Ne mutlu Türk'üm diyene” (1933)
“Bir yurdun en değerli varlığı yurttaşlar arasında millî birlik, iyi
geçinme ve çalışkanlık duygusu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur.”(1935)
“Türk, Övün, Çalış, Güven” (1935)
“Kurtulmak ve yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız.
Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak
sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatı çalışmaktan
uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde yeri yoktur, hakkı yoktur.
O hâlde halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir
toplum sistemidir.” (1921)
“Bizim hükûmet şeklimiz tam bir demokrat hükûmettir. Ve lisanımızda bu
hükûmet, halk hükûmeti olarak ifade edilir.” (1922)
“Bunu bir kelime ile ifade etmek lazım gelirse, diyebilirim ki, yeni
Türkiye Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.” (1923)
“Bizim milletimiz birbirinden çok farklı menfaatleri takip edecek ve bu
itibarla birbiriyle mücadele hâlinde bulunagelen
çeşitli sınıflara sahip değildir. Mevcut sınıflar, birbirlerine ihtiyaç duyan
ve kendilerine ihtiyaç duyulan mahiyettedir.” (1923)
“Biz memleket halkı, kişi ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine
yardımlarını aynı kıymet ve nitelikte görüyoruz. Hepsinin menfaatlerinin aynı
derecede ve aynı eşitlik duygusu ile karşılanmasına çalışmak isteriz. Bu
şeklin, milletin genel refahı, devlet bünyesinin sağlamlaştırılması için daha
uygun olduğu kanaatindeyiz. Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar,
sanatkâr, asker, doktor, kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir
vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir. Devlete, bu anlayış ile azami
yardımcı olmak ve milletin güvenci ve iradesini yerinde sarf edebilmek, bizce,
bizim anladığımız anlamda halk hükûmeti idaresi ile mümkündür.” (1929)
“Halk ile konuştuğunuz vakit yüksek sesle söylemeyi unutmayınız; yüksek
ses, imanın ifadesi olduğu vakit etki yapmaktan uzak kalmaz. Yolunda
çalıştığımız büyük ideali halkın kalbinde bir fikir hâlinden bir his hâline
geçirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak özellikle sizin
vazifenizdir. Birtakım kelimeler vardır ki sık sık kullanıldığı hâlde, hatta
aydınlarımız arasında, onu tamamıyla anlayan çok değildir. Halkçılığın ne
olduğunu, esaslarını neden ibaret bulunduğunu, halkçıların halka karşı ne gibi
vazifeler yüklenmek mecburiyetinde kalacaklarını madde madde açıklamak
lazımdır. (1930)
“Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat
kişisel ve sosyal hayat için iş bölümü itibarıyla çeşitli mesleklere ayrılmış
bir toplum olarak görmek esas prensibimizdir.” (1931)
“Millî servetin dağıtımında, daha mükemmel bir adalet ve emek sarf
edenlerin daha yüksek refaha ulaşması millî birliğin muhafazası için şarttır.”
(1931)
“Milletin kurduğu devletin ve hükûmet teşkilatının, vatandaşlara karşı
yükümlü olduğu vazifeleri ve yetkileri vardır. Bu vazifelerin nitelikleri
incelenirse, şöyle bir sıra yapılabilir: Memleket içinde, güvenliği ve adaleti
sağlayarak ve devam ettirerek vatandaşların her çeşit hürriyetini güven altında
bulundurmak. Dış siyaset ve diğer milletlerle olan ilişkileri iyi idare ederek
ve her çeşit savunma kuvvetlerini, daima hazır tutarak milletin bağımsızlığını
güven altında bulundurmak. Bu iki çeşit vazife, devletin en önemli
vazifelerindendir. Denilebilir ki devlet kurulmasından amaç, bu iki vazifenin
yapılmasını sağlamaktır. Çünkü bu vazifeler, vatandaşların kişi olarak
yapamayacakları işlerdir. Hatta, vatandaşların bu
vazifelerin bir bölümünü bile yapmaya çalışmaları uygun değildir. ” (1929)
Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Geçmişten kendine miras kalan bütün
hayati çok önemli işler, zamanın gerektirdiklerini doyurucu derecede değildir.
Siyasi ve fikrî hayatta olduğu gibi ekonomik işlerde de kişilerin
teşebbüslerinin neticesini beklemek doğru olmaz. Önemli ve büyük işleri, ancak
millî servetin ve devletin bütün teşkilat ve gücüne dayanarak; millî
egemenliğin sağlanmasını, uygulanmasını düzenlemekle vazifeli hükûmetin, mümkün
olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır.” (1929)
“Memlekette her çeşit üretimin artırılması için, özel teşebbüsün devletçe
gerekli görüldüğünü önemle vurguladıktan sonra, diyebiliriz ki “Devlet ve özel
teşebbüs birbirine karşı değil, birbirinin tamamlayıcısıdır.” (1929)
“Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılmamakla
beraber mutedil (ılımlı) devletçilik prensibine uygun yürümeleri, bugün içinde
bulunduğumuz durumlara, şartlara ve zorluklara uygun olur” (1929)
“Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi XIX. asırdan beri sosyalizm
teorisyenlerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir
sistem değildir. Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye özgü bir
sistemdir. Devletçiliğin anlamı bizce şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve
şahsi faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ve geniş bir
memleketin bütün ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde
tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, Türk vatanına asırlardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle
yapılamamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı
başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi liberalizmden başka bir
yoldur.” (1936)
“İslam dinini, asırlardan beri alışılageldiği veçhile bir siyaset vasıtası
mevkiinden uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz.
Kutsal ve ilahî inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız
olan ve her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasiyattan ve
siyasetin bütün kısımlarından bir an evvel ve kesin şekilde kurtarmak, milletin
dünyevi ve uhrevi saadetinin emrettiği bir zarurettir.” (1924)
“Türkiye Cumhuriyeti'nde, herkes Allah'a, istediği gibi ibadet eder. Hiç
kimseye dinsel düşüncelerinden dolayı bir şey yapılamaz. Türk Cumhuriyeti'nin
resmî dini yoktur. Türkiye'de, bir kimsenin düşüncesini zorla başkalarına kabul
ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna izin verilemez.” (1930)
“Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm
yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir.” (1930)
“Türk milleti, halk idaresi olan Cumhuriyet ile idare olunur bir devlettir.
Türk devleti laiktir. Her reşit dinini seçmekte serbesttir.” (1930)
“Türkiye Cumhuriyeti’nde her reşit dinini seçmekte hür olduğu gibi bu dinin
merasimi de serbesttir, yani ayin hürriyeti korunmuştur. Tabiatıyla ayinler,
asayiş ve umumi adaba mugayir olamaz; siyasi nümayiş şeklinde de yapılamaz.
Mazide çok görülmüş olan bu gibi hâllere, artık Türkiye Cumhuriyeti asla
tahammül edemez.” (1930)
“Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiç bir
kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep
hiçbir zaman politika aleti olamaz.” (1930)
“Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün
kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere,
dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telakkisi vicdani
olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve
siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet
etkeni görür.” (1930)
“Vatan artık bayındır hale getirilmek istiyor, zenginlik ve refah istiyor.
İlim ve bilgi, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor! Şeref, namus,
bağımsızlık, öz varlık, vatanın bu isteklerini tam olarak ve hızla yerine
getirmek için esaslı ve ciddi bir şekilde çalışma emreder” (1924)
“İnkılabın hedefini kavramış olanlar daima onu koruyabilecek güçte
olacaklardır.” (1925)
“Gerçek inkılapçılar onlardır ki, yükselme ve yenilenme inkılabına
yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime ulaşmayı
bilirler. Bu vesileyle şunu da açıklamalıyım ki Türk milletinin son yıllarda
gösterdiği harikaların, yaptığı siyasal ve sosyal inkılapların gerçek sahibi
kendisidir, sizsiniz. Milletimizde bu yetenek ve olgunluk var olmasaydı onu
ortaya çıkarmaya hiçbir kuvvet yeterli olamazdı. Herhangi bir gelişme
seviyesinde bulunan bir insan kitlesini, bulunduğu durumdan kaldırılıp damdan
düşer gibi herhangi bir olgunluk derecesine ulaştırmanın imkânsızlığını,
elbette açıklamaya gerek yoktur.” (1925)
“Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı Türkiye
Cumhuriyeti halkını tamamen yeni ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir sosyal toplum
hâline ulaştırmaktır. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur” (1925)
“İnkılap, mevcut müesseseleri zorla değiştirmek demektir. Türk milletini
son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en
yüksek medeni icaplarına göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri
koymuş olmaktır.” (1933)
“Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... türlü
düşmanlarla kanlı boğuşmalar... yıllarca süren
savaş... ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile
tanınan yeni vatan, yeni toplum ve bunları başarmak için arasız inkılaplar...
İşte Türk genel inkılabının bir kısa ifadesi..." (1935)
“İstiklal Savaşı ve Türk
İnkılabı, her hamlesinde ve her safhasında, milletimizin yüksek siyasi ve
medeni karakteriyle memleket işlerindeki şuurlu birliğine dayanarak muvaffak
olmuştur." (1938)